9 Haziran 2009 Salı

ZAFER MADENCİLERİN...

Elif DURGUN


UEFA Kupası, Avrupa Futbol Tarihi’ne İstanbul’da veda ederken, gidip görmemek de olmazdı. İstanbul’a kimler kimler gelecekti...
Milan, İstanbul’daki ikinci finalinde bu kez kupayı kucaklayabilecek miydi? Peki İngiltere’den misafirlerimiz olacak mıydı? Yoksa kupa Galatasaray’ın mıydı, hem de ezeli rakibinin sahasında? Ben ve benim gibi birçok futbol sevdalısı bu tarz hesaplar yaparken, hiçbiri olmadı... Bu yıl Metalist Kharkiv gibi Avrupa futboluna oldukça enteresan bir takım armağan eden Ukrayna, UEFA Kupası’nın yarı finaline, iki takımıyla, Dinamo Kiev ve Shaktar Donetsk ile giriyordu. Finalde yer alacak diğer takım ise, Almanya’nın en ‘kanlı-canlı’ karşılaşmalarından biriyle, Hamburg – Werder Bremen maçı ile belli olacaktı.
Biletlerini aylar öncesinden alan bizler işte bu heyecanlarla saydık günleri, finalde böyle bir sürprizle karşılaşmayı beklemeden. Futbol Federasyonu ile birlikte UEFA da böyle bir sürprizle karşılaşmayı beklemiyor olacaktı ki, her iki takıma da 12 bin 500’er bilet ayırmıştı. Bana ve birçoklarına göre Marsilya’nın, Milan’ın, Aston Villa’nın, Tottenham’ın ya da Valencia’nın olduğu bir şampiyona da Shaktar gibi bir takımı görmek bir sürprizdi. Oynadıkları oyun ve yarattıkları takım ruhu takdir edilesi türdendi ama bu kupanın ya da Şampiyonlar Ligi kupasının İspanya, Almanya, İngiltere ya da İtalya dışında bir yere gitmesi her zaman şaşırtıcıydı zaten.
Finale kadar gelen diğer takımın Alman olması pek tabii şaşırılacak bir şey değildi ama en azından Bundesliga onuncusunu da beklemiyorduk.


Misafirlerimizden Werder’in, Shaktar’a nazaran daha ateşli bir taraftar topluluğu olduğunu bilerek varırken Kadıköy Limanı’na, bu geceden hatıra ne alabiliriz yanımıza diye de düşünüyorduk. İtiraf etmeliyim ki canı gönülden de Werder’i destekliyordum ki, bu ‘nemrut’ olarak bildiğimiz Almanlardan olmayan sıcakkanlı yeşil-beyazlıları da görmeden önceydi. Maç öncesi çoşkusunu sonuna kadar yaşayan ve Werder taraftarıyla kaynaşan ben, oldukça sakin bir yoldan ve çok eğlenceli bir sohbetten sonra Saracoğlu’nun kapısana geldim.
Buraya ulaşana kadar pek tabii, yurdum topraklarında yürütülen “bulduğumuz her turisti ‘kazıklama’ kampanyası” kapsamında canla başla çalışan yüzlerce işportacı gördüm. Kimisi -zaaflarını bilerek- bira satıyordu, kimisi de atkı, şapka ya da tişört. Ama felsefe gereği “korsan”a karşı olan ben bile fanzoneda gördüğüm uyduruk ve üstüne de pahalı olan hatıra tişörtlerini ve ürün çeşidinin azlığını gördükten sonra alana da satana da hak verdim. Üstelik onlardan alışveriş ederken bir de üstüne eşantiyon olarak bir saç bandı da aldım.
Buldukları bir Shaktar taraftarını aralarına alıp, O’na avazları çıktığı kadar bağıran Werder taraftarlarını da gördüm. Arkadaşımın giydiği Celtic formasının hürmetine dayanarak ayaküstü samimi sohbetler eden Shaktar taraftarlarını da.


Tribündeki yerlerimizi bulmaya çalışırken, finali İstanbul’da izleyebildiğimiz için pek tabi gereken yerlere şükranlarımı ilettim. Sonra kafamı kaldırıp, finalin iki takımının taraftarlarına baktım. Sanki gereken çoşkuya sahip değillermiş ve ortalığı yıkmaları gerekiyormuş gibi hissettim ve kıskandım tabi. ‘Fenerbahçe’nin ya da Galatasaray’ın burda olması işten bile değilmiş’ diye düşünerek... Kadrolar güzel bir seremoniyle açıklanırken, stadyumdaki en çok alkışın Mesut’a geldiğini de belirtmeliyim. Ancak O, gösterdiği performansla, bu alkışlara ve takımı desteklemekten bir an bile vazgeçmeden, müthiş bir tribün gösterisi sunan Werder taraftarına gereken karşılığı verdi mi, orası tartışılabilir. Ayrıca maç boyunca, burada çok tartışılan Brezilyalıların hikmetinden Shaktar’ın da ne kadar efektif bir şekilde faydalandığını gördük.
Maçın 90 dakikada tamamlanmayacağını ve uzama ihtimalinin çok yüksek olduğunu günler öncesinden söyleyen futbol müneccimleri haklı çıkarken, maç içerisinde Ukraynalılar, Türk taraftarlar tarafından ‘gaza’ getirilip “Shaktar gol – gol – gol” şeklinde stadı inletmeyi başardı.


Madenciler, Kadıköy’den zaferlere ayrılan taraftı. Lucescu hakkında söylenecek çok şey var tabii... Türkiye’den ayrılıp (ya da canı zor kurtararak diye de desteklemek mi gerekir cümleyi bilemiyorum) Avrupa’nın ya da Dünya’nın başka bir köşesinde deyim yerindeyse çatır çatır, hatrı sayılır başarılar elde eden futbol adamları konusunda, Türk basınının daha doğrusu her zaman çok bildiğini sanan Türk futbolu müneccimlerinin ya da alimlerinin her zaman haksız çıkması ne acı!
Şu ahir ömrümüzde bir final seyretmiş olduk ağız tadıyla, hoş oldu...
Umarım arkası gelir... Şimdi hedef 2016! Misafirpeverliğimizi bir de Avrupa Şampiyonası’nda gösterebilirsek...


Ellerinden kaçan kupanın üzerine bir de yorgunluğun bindiği, üzgün Werder Bremen taraftarları...

Hiç yorum yok: