Elif DURGUN
Şampiyonlar Ligi’ni ve onun yaşattığı heyecanı ya da zevki tek bir karşılaşmayla betimlemek gerekseydi, inanın tarif dün geceki karşılaşma olurdu. İkisi de ‘gerçek’ şampiyondu, ikisi de çok iyiydi, ikisi de takımdı, ikisi de ‘isteyen’ herkese ‘bu oyun öyle değil böyle oynanır’ diyerek hakiki futbolun ne demek olduğunu rahatça gösterebilirdi. İkisi de, estetiğin ete kemiğe büründüğü yıldızlarıyla insanı büyülemeyi başarıyordu. Hal böyle olunca ikisinin dışında başka bir takımı finalde görmek de gerçekten içimizi acıtabilirdi.
Final Roma’ya ve tüm Avrupa’ya yakışan bir açılış seromonisiyle başlarken, her ne kadar ‘süper spikerimiz’ Andrea Bocelli’yi tanımasa ve tanıtmayı başaramasa da, bu müthiş ses zaten diken kıvamına gelen tüylerimizi yuvalarından oynatırken, modern zaman gladyatöleri de sahayı çıkmayı bekliyordu. İşte bu muhteşem adamları öylece beklerken ekranda gördüğümde,yüzümdeki kocaman gülümsemeye de bir anlam bulmaya çalıştım.
Kaptan Puyol’un maç sonrası yaptığı açıklamada da olduğu gibi bu yıl Barcelona için gerçekten destansı bir yıl oldu. Bilmem, kaç yıl sonra böyle bir başarı yakalarlar ya da böylesine zaferlerle dolu bir yıl Avrupa kıtasında başka kaç takımın bahtına düşer...
Sir’ümüz ise maç öncesinde yaptığı açıklamada; yedek kulübesinin güçlü olduğunu, Scholes’ün Berbatov’un, Tevez’in fark yaratabilecek harika oyuncular olduğunu, pek çok kişiye göre bu maçta bençteki yerinde oturacak olan Giggs’in ilk 11’de Cristiano Ronaldo’ya destek olacağını belirtirken; Şampiyonlar Ligi kupasını 3. kez kaldırmanın hoş olacağını da sözlerine ekledi ve maç sonunda konuşuruz dedi. Ama insan değil Sir, futbol profesörü olsa da yetmiyor işte. Bazen yeni yetmenin biri geliyor ve tozu dumana katıyor.
Kırmızı Şeytanlar yenilse de ezilmedi ama çözüldü. Onları çözen de daha doğrusu çözmeye yardımcı olan da Ada’daki komşuydu. Graeme Souness’ın da dediği gibi, Chelsea’nin Barcelona’nın yüreğine koyduğu cesaret, Manchester United’a en büyük kötülük oldu.
Belki maçta birkaç kritik an, başka bir yönde şekillenseydi skor farklı olacaktı ama bizler yine aynı şeyleri söyleyecektik bana kalırsa. Yani olması, oynanması gereken bir oyun izledik dün akşam, 100 yılı aşkın bir süredir böyle oynanıyordu, bu oyun. Sonra endüstriyel futbol denen tek dişi kalmış canavar gelip herşeyi alt-üst etti, kendine acayip askerler yetiştirdi, oyunun genleriyle oynadı. Neyse ki sonra da bir “Messi-h” yollandı dünyaya, futbol tanrıları tarafından… O da arkasında Iniesta ve Xavi Hernandez’ı alınca futbolu kurtarmak da pek zor olmadı.
(Takımı finale kadar taşıyan ancak finalde forma giyemeyen Daniel Alves ve Eric Abidal’ı unutmadan, bu takıma bu yıl emeği geçen herkese teşekkür ederek…)
Sözün özü şahane bir maçtı, yıllar sonra bile hafızalarda yer edecek türden. Barçalılarsa tüm adamlarıyla, sayılacak, sevilecek ve hatta tapılacak türden. Umarım Guardiola da, oyuncularıyla yaş alıp, yaşlanıp, büyürken yeni ‘Ferguson’ olacak. Olmasa bile gönlümüzde hep öyle kalacak.
Herkese saygılar, sevgiler… Yaşasın futbol!
Alex Ferguson: Katalan ekibinin topu ayağında tutmaya yönelik oyun anlayışı ile sadece biz değil; dünyadaki hiçbir takım başa çıkamaz.
Manchester United'ın muhteşem taraftarı efsane general Matt Busby'i 100. doğum gününde anarken...
28 Mayıs 2009 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
Bu tip maçlardan önce her daim bir Murphy Kanunu kazası beklerim, 0-0 bitmesinden korkarım. Neyse ki dün öyle olmadı; oyun da vardı skor da. Yıllardır boşuna beklememişiz bu finali..
Yalnız Ferguson o sözü ne zaman söyledi bilmiyorum ama yarı final rövanş maçında ziyadesiyle çürüdü bu görüş.
Yorum Gönder