Elif DURGUN
Geçtiğimiz hafta Chelsea’nin, Liverpool’u Şampiyonlar Ligi’nde saf dışı bırakmasının ardından Hiddink’e sorulan en zor soru şuydu: Sağ kanattan 80 km hızla bindiren Messi’yi, sol taraftan 60 km hızla atağa katılan Henry’ye ya da önde bekleyen Eto’o’ya topu ulaştırmadan önce oyundan nasıl düşüreceksin? Geçtiğimiz akşam Hiddink’in başı, Nou Camp’ta bu soru yüzünden çok karışmadı. Belki O da böyle bir Barcelona beklemiyordu, karşısında... En azından ‘Akdeniz’e yakışır bir tutku, daha fazla bir tutku olsaydı’ diye, O da geçirmiştir, belki aklından. Salı akşamı bu güzel mücadeleyi izlemek herşeye rağmen güzeldi. Guardiola’nın heyecanı ve hırsı, Hiddink’in tecrübesini altetmeye yetmedi. Olan da, karşılaşmadan bol gol bekleyen biz hevesli futbolseverlere oldu.
Allah’tan yok olan umutlarımız hemen ertesi akşam, Manchester United – Arsenal maçıyla tekrar yeşerdi. Futbolun Birleşik Krallık’ta doğup, tüm dünyaya yayılmasına şaşmamak gerek. Aslında burada doğmasına şaşırmamak gerek. Ama nasıl oluyor da, bu iki takım arasında oynanan maçta, sahada, o topraklarda doğan, yetişen çok az oyuncu olmasına rağmen çimlerden fışkıran o havaya uydurabiliyorlar kendilerini...
Cristiano Ronaldo yine yapacağını yaptı, yürekleri ağızlara getirmeye, kendinden pek de haz etmeyen insanları da –ki ben de onlardan biriyim– kendine hayran bırakmaya; bazılarını, kendisinin insan olmadığına inandırmayı başardı. Old Trafford tribünleri ise, onları gördükten sonra, eğer hala kendilerine ‘ben bir taraftarım’ yakıştırmasını uygun gören insanlar varsa, tribün kültürünün ne demek olduğunu bir kez daha, yine, tekrar ve tekrar gösterdi. Berbatov, oyuna skor takviyesi yapmak için girse de kaybolarak Sir’ün hayallerini yıktı.
Ve Ryan Giggs... Artık az ama öz oynuyor. Olsun... İnsanın gerçekten hayran olacağı, ayakta alkışlayacağı, şapka çıkaracağı ve aslında O’nun için kullanılan tüm bu betimlemeleri kifayetsiz bırakacağı adam, işte O’nun için yapılabilecek tek betimleme.
Bu arada geçen yılki Barcelona – Manchester United maçında döktüren İspanyol rejisi, bu yılki Barcelona – Chelsea maçında sınıfta kalırken, İngilizler doğru dürüst bir maç yayının ne demek olduğunu da, bu maçla ispatladı.
Maç, 17. dakikada O’Shea’in attığı golle ‘bu iş bu kadarla kalmaz’ dedirtti ama 1-0’lık skor belki de benim gibi ‘çok güçlünün’ yanında olmaktan haz etmeyen insanları da sevindirmedi değil. Arsene Wenger’e olan hürmetimizden, bu skorun Manchester United için Emirates’te bir avantaj olmadığını biliyor ve Arsenal’e başarılar diliyoruz.
Peki sezon sonunda Barcelona’yla sözleşmesi sona erecek olan Eto’o, gerçekten Chelsea ya da Manchester City’nin kendisine olan ilgisini karşılıksız bırakmayacak mı? Buradan Eto’o’ya sesleniyorum: Buralarda da senin için ‘ölüp biten’, hatta adını sık sık gazete manşetlerine taşıyan birileri var... Bilmem, biliyor musun?
30 Nisan 2009 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder