
Allah’tan yok olan umutlarımız hemen ertesi akşam, Manchester United – Arsenal maçıyla tekrar yeşerdi. Futbolun Birleşik Krallık’ta doğup, tüm dünyaya yayılmasına şaşmamak gerek. Aslında burada doğmasına şaşırmamak gerek. Ama nasıl oluyor da, bu iki takım arasında oynanan maçta, sahada, o topraklarda doğan, yetişen çok az oyuncu olmasına rağmen çimlerden fışkıran o havaya uydurabiliyorlar kendilerini...
Cristiano Ronaldo yine yapacağını yaptı, yürekleri ağızlara getirmeye, kendinden pek de haz etmeyen insanları da –ki ben de onlardan biriyim– kendine hayran bırakmaya; bazılarını, kendisinin insan olmadığına inandırmayı başardı. Old Trafford tribünleri ise, onları gördükten sonra, eğer hala kendilerine ‘ben bir taraftarım’ yakıştırmasını uygun gören insanlar varsa, tribün kültürünün ne demek olduğunu bir kez daha, yine, tekrar ve tekrar gösterdi. Berbatov, oyuna skor takviyesi yapmak için girse de kaybolarak Sir’ün hayallerini yıktı.

Bu arada geçen yılki Barcelona – Manchester United maçında döktüren İspanyol rejisi, bu yılki Barcelona – Chelsea maçında sınıfta kalırken, İngilizler doğru dürüst bir maç yayının ne demek olduğunu da, bu maçla ispatladı.
Maç, 17. dakikada O’Shea’in attığı golle ‘bu iş bu kadarla kalmaz’ dedirtti ama 1-0’lık skor belki de benim gibi ‘çok güçlünün’ yanında olmaktan haz etmeyen insanları da sevindirmedi değil. Arsene Wenger’e olan hürmetimizden, bu skorun Manchester United için Emirates’te bir avantaj olmadığını biliyor ve Arsenal’e başarılar diliyoruz.
Peki sezon sonunda Barcelona’yla sözleşmesi sona erecek olan Eto’o, gerçekten Chelsea ya da Manchester City’nin kendisine olan ilgisini karşılıksız bırakmayacak mı? Buradan Eto’o’ya sesleniyorum: Buralarda da senin için ‘ölüp biten’, hatta adını sık sık gazete manşetlerine taşıyan birileri var... Bilmem, biliyor musun?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder