11 Haziran 2008 Çarşamba

TANRI ‘FUTBOLU’ KORUSUN!

Elif DURGUN

Yazımızın neşesi Avrupa Şampiyonası geçtiğimiz hafta başladı ve ilk maçlar oynandı.
Öncelikle İngilteresiz bir şampiyona beni çok rahatsız etti mi? Hayır! Peki umduklarımı bulabiliyor muyum? Kısmen.
Açıkçası ilk maçların beni şaşırtmasını bekliyordum. Daha doğrusu beni değil de turnuvaya gelen rütbeli takımları. Almanya’ya karşı alınan Polonya galibiyeti ya da İspanya’ya karşı kazanan Rusya beni şaşırtmaktan ziyade mutlu ederdi. İlk maçlarda henüz böyle bir ters köşeyle karşılaşamadık ama yine de mutlu olduk, keyiflendik. Ortaya konan performanslar (tabi bizimkilerinki hariç) çoğunlukla şampiyonanın güzelliğini hatırlatan türdendi.
A grubu maçlarından İsviçre – Çek Cumhuriyeti karşılaşması bizi biraz ‘bulutlandırdı’. Kısır bir oyun hiçbirimizin (burada yazar tüm futbolseverleri kastediyor) istemeyeceği bir şeydi.
Ardından ‘bizimkilerin’ maçı vardı hem de şampiyonanın başlamasına bir hafta kala iyiden iyiye çenesi düşen Portekizlilere karşı. Tamam dostum, iyisiniz hem de çok iyisiniz. Tekniğiniz, sisteminiz, gücünüz ortada ama neydi o ardı ardına gelen demeçler? Hayır, olan var olmayan var.
Sonuçta ‘bizim maç’ ilk maça göre biraz içimize su serptiyse de, oyun sistemimizdeki karmaşıklık ve belirsizlikler yüzünden biz Türkleri kara düşüncelere salmadı da değil. Çünkü yenen 2 saçma gol, ortada oynayan bir Sabri ve yine sakatlanan bir Gökhan vardı.
Ertesi gün karşımıza çıkan Hırvatlar turnuvaya sağlam hedeflerle geldiklerini ispatlayan bir oyun oynadılar, Avusturya’ya. Ama sadece 45 dakika sapasağlam durabildiler. Aslında oyunun tümünde de zevkle ve istekle oynadıkları belliydi, seviyorlardı beraber oynamayı sanki.
Yalnız bu maçta ev sahibi nasıl koruyup, kollanır bunu da görmedik değil. Maçın ikinci 45 dakikası Avusturya, misafire umduğunu değil de bulduğunu yedirtecekti az daha. İkinci yarı oyuna deyim yerindeyse Avusturya adına ‘dalan’ vatandaşımız Ümit Korkmaz; ‘topçu yetiştirme, koruyup kollama, takip edip, oynatma’ konusunda bizleri yine düşündürdü. Ki ülkemizde bolca yetişen (mantarlarla aynı hızda ve miktarda) ve birbiriyle itişen futbol yorumcuları Mevlüt’ü sorgulamaya çalışırken.

Ve Almanya, Polonya karşısında. Biraz melankoli biraz da neşe yaşattı bize bu maç. Takımının 2 golünü de atan Polonya asıllı Podolski’nin ‘tam’ sevinmeyişi mi dersiniz. Turnuvaya ilk kez katılan Polonya’nın ‘yenildik ama ezilmedik’ oyunu mu dersiniz. Kısacası ne derseniz deyin, Pazar akşamımız keyifliydi.
C grubu ya da bilinen adıyla ‘ölüm grubu’ diyelim. Biz burada ‘meşhur’ Fransa ile karşılaşacağız sanıyorduk çok daha doğrusu umuyorduk. Fransa bizi bu defa şaşırttı. İşte bizi ters köşeye yatıran şey buydu. Fransa’nın bıkkınlığı ve isteksizliği. Bari Romanya, Fransa’yı halsiz bulmuşken bir şeyler yapsaydı. O da olmadı. Ama neyse ki imdadımıza Hollanda’yla İtalya yetişti. Tanrım ne güzeldi! Kupalarını da yanlarında getirmişler miydi bilinmez ama ‘Son Dünya Şampiyonu’ ünvanı (demek istediğim havaları) onlara yetmedi. Ne de olsa ortada yılların hesabı vardı, dile kolay 30 sene. Ve bu maçta gördük ki İtalya defansı da geçilmez değilmiş. Bu arada Hollanda sadece futboluyla değil, çoşkulu ve esprili taraftarıyla da renk katıyor turnuvaya.

Ve son grup turnuvanın favorilerinden İspanya, Rusya karşında rahat göründü. Bir ara bayağı ter dökmelerine karşın (ki bu terler hareketten değil Rusların akınlardaki bereketinden oldu) 4 gol buldular. Raul ve Krkic’in yokluğunda bir tarafı eksik kalır denmişti ama İspanya formasını çok isteyen David Villa herkese gereken cevabı bir anlamda verdi. Villa, milli takım aşkına ‘maçlarda yedek de beklerim yeter ki orada olayım’ demişti zaten. Rusların atakları ‘futbol tanrısının’ isteği üzerine sonuçsuz kaldı. Skor rahat bir maçmış havası yaratsa da Ruslar, İspanya’ya çok da rahat lokma olmadılar.

İlk maçların son karşılaşması Yunanistan ve İsveç arasındaydı. Yahu bu Yunanistan fena halde bize benzemiyorlar mı? Her şeyleriyle! Yüzler, saçlar, kaşlar ve faul yaparken elleri havaya kaldırmalar. Ama bence futboldan yani istenen, arzulanan futboldan çok da anlamıyorlar. Turnuvadaki ikinci rütbeye sahip bu takım yani ‘Son Avrupa Şampiyonu’ Yunanistan, rakibine karşı çok da ‘babalanamazken’; İsveç istedi ve aldı. Temiz bir 3 puan.
Bu akşam 2. maçlar başlayacak ve Avrupa Şampiyonası 2008 yazımızı renklendirmeye devam edecek!

Hiç yorum yok: