
Babalarımızın, amcalarımızın, dayılarımızın ve büyük ağabeylerimizin (tabi 80’lerde doğanlar adına konuşuyorum) hasretle, özlemle beklediği ve özellikle 74’te zevkle destekledikleri, 88’de sevindikleri ‘efsane’ Hollanda geri döndü. Hem de ne dönüş! Turnuva başlamadan önce isimleri favoriler arasında anılmıyor, sıklıkla zorlu rakip sınıfında değerlendiriliyordu. Hatta FourFourTwo yazarı David Winner kendileri hakkında bu ay tam 4 sayfalık “Total Futbolun Ölümü” diye bir inceleme dosyası bile hazırlamıştı, Hollanda artık eski formunda gözükmüyordu. Ama gelin görün ki Hollanda içindeki özlemi sahada öyle bir ortaya koydu ki herkesin gözü birden onlara çevrildi. Gelene 3, gidene 4 derken çeyrek finali garantileyen ekiplerden biri oldular, bizimde gözümüzü ve gönlümüzü doyurdular.

İspanya, galibiyeti son dakikalara bıraktığı İsveç maçıyla beraber çeyrek finale adını yazdıran bir diğer takım oldu. Açıkçası son dakikalarda yenilen gollere hep çok üzülürdüm (örnek; Polonya – Avusturya maçı) ama bu defa ‘kora kor’ sınıfında bir mücadele izlemediğimiz ve İsveç’in oynadığı ya da oynamaya çalıştığı oyun bir şeye benzemediği için mağlubiyeti de çağırmış oldular.
Kısacası son gruptan başlarsak D grubu ikinci maçları Rusya ve İspanya’nın galibiyetleriyle sonuçlandı ve her grupta olduğu gibi bu grupta da çeyrek finale lider olarak çıkacak isim belli oldu.

İlk maçlardan sonra dilediğim ‘ters köşe’ hadiselerden birini Hırvatlar yaşattı bana sonunda. Almanya, turnuva başlamadan önce ‘en sağlam takım’ olarak gösteriliyor ve bu, onların oyun tarzlarına da yansıyordu. Ama Slaven Bilic, Joachim Löw ile girdiği taktik mücadeleden galip ayrıldı ve Hırvatlar gruptan lider olarak çıktı. Tabi şayet biz Türkler de grubumuzdan ikinci olarak çıkmayı başarabilirsek, turnuvada başarı göstereceği kehanetlerini boşa çıkarmayan bu adamlarla karşılaşacağız. B Grubu’nda bir de ev sahibi sıfatıyla yer alan Avusturya ve Polonya maçı vardı ki, çok da konuşuldu zaten. Size daha önce ev sahibinin turnuvalardaki koruyup kollanma durumunun Avusturya üzerinde iyiden iyiye hissedildiğini hatırlatmıştım. Polonya maçında bir kez daha şahit olduk ki, bu tarz turnuvalarda ev sahibi itina ile koruyup kollanır. Maçı son dakikalara kadar lehine sürüklemeyi başaran Polonya bir penaltı golüyle 2 puana veda etmek zorunda kaldı. Gözler B Grubu’nda da son maçlara çevrildi.

İkinci maçımızı İsviçre ile oynadık, aslında bu maçta ilk yarı onlar bizimle oynadı, saha şartlarını da arkalarına alarak pek tabi. Üstelik 3 Türk ile vuracaklardı bizi. Bu maçtaki taktiğimiz doğru ama hava şartları yanlıştı. Ve ilk kez bu maç tüm futbol yazar ve yorumcularımızı ortak bir noktada buluşturdu. Son dakika gelen muhteşem bir şutla ev sahibini turnuva dışına itmeyi başardık.
Son maçımıza dönecek olursak, özetle bu akşam yukarı da saydığım malzemelere ihtiyacınız olacak; tansiyon aleti maçın genel gidişatını sağlıklı takip edebilmeniz için, kolonya olası penaltılardaki heyecan için, soğuk su ise oldu ki kaybedersek maçın üzerine içmeniz için.
Grubumuzun lideri Portekiz’i anlatmaya ihtiyaç var mı? Bilemiyorum. Dilerseniz ‘zenginin malı züğürdün çenesini yorar’ ya da ‘yiğidin malı meydanda olur’ deyimleri ile konuyu ve Çeklere karşı aldıkları ‘temiz 3 puanı’ geçiştirelim.
Turnuvadaki heyecanın doruk noktası 3üncü, grup maçları olacaktır, hepsinin zevkle geçmesi dileğiyle, Tanrı ‘futbolu’ korusun…
1 yorum:
elif uğurlu olsun blogun. birşeyi anlamadım avusturya, polonya maçının sonlarındaki pozisyon dışında ne yapılarak kollandı? benim kaçırdığım birşeyler mi oldu, merak ettim.
kolay gelsin.
Yorum Gönder