23 Mayıs 2008 Cuma

'SICAK' BİR MAĞLUBİYET

Elif DURGUN

Yine bir Pazar günüydü. Yine gündüz güzelliğine yakışan bir maç. Yani en azından ben bu hisle gidiyordum maça. İlk gidişim bundan iki hafta önceydi. Sezon başından beri bu anı bekliyordum çünkü İstanbul’un (bana göre) en güzel ve en sıcak yerindeydi stadyum.
Ve İstanbul’un en sıcak ve içten takımıydı sanki görmeye gittiğim. Bir kadın olarak erkeklerin (güzide ülkemin) stat giriş çıkışlarında yaşadığı eziyete, deplasmanda karşılaştıkları acılara hep özenmişimdir. Bu size garip, mazoşist bir duygu gibi gelebilir ancak bu bir anlamda (özellikle futbol dininde) “hacı” olmaktı bana göre. Sonunda bu duyguyu biraz da olsa yaşamıştım.
Kalabalığın yüzünde nefret yoktu. Kesinlikle. Aksine garip bir tebessüm. Ancak belli ki bu yüzler (yine güzide ülkemin) stat giriş çıkışlarında yaşanan ya da yaşamaya mahkum bırakılan itiş-kakış yüzünden biraz da sıkkındı. “Taraftardır çeker cefa tabi” ama bu sözler yaşanan başarısızlık ya da kaybedilen puanlara istinaden dile getirilir yüksek sesle. Kapı önünde organize edenin iş bilmezlik yüzünden yaşattığı acı karşısında değil.
Kalabalık dediysek, hem de İstanbul’un göbeğinde oynanan bir semt takımı maçında; insan kılığından çıkmış erkek güruhundan bahsetmiyoruz tabi. Çoluk çocuk, genç, yaşlı, biraz kadın ve çoğunluk erkek. Belli ki dünyanın en güzel şehrinde yaşayan şanslı hemşerilerim Pazar günü öğleden sonrasını bu maçla değerlendirmek istemişti ve Kasımpaşa’daydı.
Evet ilk giriş eziyetini atlattık ki bu aslında şimdi yaşayacağımızın yanında hafif kalıyor aslında. Çünkü ilk, polis gözetimindeki giriş geniş alanda ve açık havada yaşanıyor. Sonrası stat turnikelerinde. 15 bin kişilik bir stat için 3 turnike ne kadar makuldu bilinmez ama yönetim belli ki böyle uygun görmüştü. Kasımpaşaspor-Çaykur Rize maçıydı ısrarla girmek istediğimiz. Saat: 15:10’du ve azimle turnikeden geçişi bekliyorduk. Yani maç başlayalı 10 dakika olmuştu. Hava sıcaklığı 22 dereceyi geçmişti sanırım ya da nemden midir bilinmez daha fazlasını hissediyordum. Lafın özü zemin futbol oynamaya gayet müsaitti.
Tam merdivenlerden iniyordum ki, Çaykur Rize bir korner atışı için hazırlanıyordu. Meğer aslında gol için hazırlanıyorlarmış. Tipik Karadeniz insanının aceleciliği ve hızı sayesinde golü buldular, 0-1. Koltuğumu 1 dakika içinde seçip, oturdum. Sağımda Çaykur Rize kalesi, solumda Kasımpaşa kalesi, önümde tadından yenmeyecek bir futbol ziyafeti. Rize taraftarları seslerini duyurmaya kararlı, golden sonrada keyifleri yerinde. Bağırdıkça bağırıyorlar. Geçen maçta gördüğüm istekli Kasımpaşa taraftarından bu defa eser yok. Bu nedenle amigolarımız da kızgın. Amigolarımız diyorum çünkü ben de Kasımpaşa tarafındayım.
Kızgın amigolar bu defa önlerindeki müritleriyle bize bağırmaya başlıyorlar. “Ruhsuz”, “ne arar” gibi epey manidar sözcüklerle dolu, tribün tezahüratlarının epey bilinenlerinden bir serzenişi dile getiriyorlar yüksek sesle. Ama tepkiye içerleyen var mı? Yok. Sebep: güzel gündüz saatlerini oturarak, çekirdek çitleyerek, maçın keyifli seyrine vararak devam etmek istiyoruz hayatımıza. Şimdi de sakin taraftar kitlesi içinde olduğumu söylememe gerek yok herhalde. Sonra düşünüyorum, Kasımpaşa’nın ateşli gençliği çok değil 150 kişilik bir grup oluştursa, kendine; takımını desteklemeyi, hem de şartsız, içtenlikle desteklemeyi görev edinse diyorum. Sonra, insanlar buna mecbur mu diyorum. Ama biliyorum Kasımpaşa 3 yıl zarfında yani 3. ligden Süper Lig’e hızla tırmanırken, o ateşli gençlik onları hiç yalnız bırakmadı.
Ben bunları düşünürken maç olanca hızıyla devam ediyor. Kasımpaşa, benim sezon başından beri tabiri caizse “kestiğim” Gonzalez’in koruduğu kaleyi yavaş yavaş, cılız vuruşlarla da olsa yoklamaya başlıyor. Gonzalez kendinden emin. Derken Çaykur Rize, “o vuruşlar öyle olmaz böyle olur” der gibi, Kasımpaşa kalesine hucüm ediyor ama gol yok. E bir de kabul etmek lazım, Çaykur’un Süper Lig’deki kıdemini. Khalid’i birkaç maçtır göremiyordum Kasımpaşa kalesinde. Khalid’le beraber futbolculuğun, bu mesleğin insanı yaşamaya mecbur ettiği duygular geldi aklıma. Evinden uzakta, Kasımpaşa’da şimdi. Hollanda’dan geldi, esasında Fas asıllı, görünüşü bize yakın duruyor, memleketim insanına benziyor biraz. Taraftarı onu seviyor. Oynadığı takım şuan 1. ligde, birkaç hafta sonra 2. lige geri dönecek. Para kazanmaya, mesleğini icra etmeye çalışıyor. Karşı kaledeki meslektaşına ne demeli, sen kalk, ta Kolombiya’dan Rize’ye gel. Takdir ediyorum cesaretlerini.
Sonra yine maça dönüyorum, bir bakıyorum Kasımpaşa’dan bir şut. Top kalede sanıyorum ama bu hususta yalnız değilim. Koca stat gol oldu sanıyor, bazı futbolcular hatta skor tabelasını yazan görevli bile, 1-1. Oysa yan ağlarda kalan bir toptu bu. Çok geçmeden 0-1’e geri dönüyoruz. Sonra futbolcular, hakemler ve teknik ekip, soyunma odalarına doğru “Samanyolu” şarkısı eşliğinde yürüyor. Şarkının introsunu dinleyebiliyoruz sadece.

Ve işte kazanmak için sahaya geri dönen Kasımpaşalı futbolcular. Sahalarımızda görmek istediğimiz teknik adamlardan Uğur Tütüneker belli ki devre arasını boş geçmemiş. Ancak olmuyor bir türlü girmiyor şu top kaleye. Bir değil iki değil, sayısız girişim var gol için ama olmuyor. Khalid ikinci yarı rahat neredeyse top ona doğru gelmiyor bile. İkinci yarı, neredeyse penaltı noktasına yakın bir yerden bir serbest atış, bir kırmızı kart, sayısız korner vuruşu izliyoruz ama gol yok. Kazanan Çaykur Rize. Kasımpaşa taraftarının takımını alkışa boğmasını temenni ediyorum ama bu da olmuyor. Öfkeli kalabalık (tabi ki tribünün %20si bile değil) yönetime sesleniyor; “istifa” diye.
Sanırım artık ümitlerimiz tükendi. Kasımpaşa 2. lig yolcusu ama onlara çok teşekkür ediyorum kendi adıma. “Seneye 2. lig maçlarında görüşmek üzere” diyorum sonra içimden. Uğur Tütüneker’in de ayrılmamasını temenni ederek. Bir dilek daha; Çaykur Rize’yi de başka bir maçla kaleme dolamak üzere. Hoşçakalın.

(Bu yazı 14 nisan 2008'de amatör küme adlı blogda yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok: