25 Mayıs 2008 Pazar

BURSA’YA SANKİ SADECE İSKENDER YEMEYE GİTTİK!

Elif DURGUN

İşte o gün geldi çattı, uzun çabalamalar sonucunda artık kararımız ortak; Bursa’ya gidiyoruz. Futbolu çok seviyorum, ülkemde oynanan futbolu izlemeyi de seviyorum hele tribünde olmaya bayılıyorum. Bu nedenle yıllar sonra ilk kez ‘3 assolist’in olmadığı Türkiye Kupası finaline doğru yola çıkıyoruz.
Biri Ankara’dan biri Kayseri’den 90 kilometre hızla yola çıkan taraftar gruplarından hangisi daha önce Bursa’da olur? Bu konuda hiçbir fikrim yoktu ta ki Bursa topraklarına ayak basıncaya dek. Bir an Kayseri’de olduğumu sandım, öyle çoklardı ve öyle her yerdeydiler ki.
İstanbul’dan yola çıkan biz futbolseverler ise rahat ve bir buçuk saatlik bir deniz yolculuğundan sonra Bursa’daydık.
Çoşkuluyum, mutluyum çünkü Bursa Atatürk Stadı’nı da tavaf imkanı buldum, eski günlerdeki gibi tribünleri yarı yarıya bölüşen taraftar gruplarını gördüm. Aslında hem play-off maçlarına hem de kupa finallerine biraz da bu yüzden -özellikle- gitmek istiyorum. Büyük ağabeylerimizin anlattığı o günleri ucundan kıyısından tadabilmek için. Bursa gibi güzel bir şehre, Bursaspor gibi şehriyle ve insanıyla bütünleşen bir takıma, en önemlisi o çoşkulu taraftara yakışmayan bir statla karşı karşıya olsak da yine de mutluyum. Peki bu mutluluğum çok uzun sürdü mü? Hayır!
Takımlar sahaya çıktı, onlar da taraftar kadar çoşkulu muydu bilinmez ama sonrasında taraftarın da çoşkusunu söndüren bir futbolun içindeydiler. Maalesef! Bekledik ki önümüze bu sezonu sürekli kaosla, kayıpla, karmaşayla geçirmesine ve son anda lige tutunmasına rağmen kupa finaline Galatasaray’ı eleyerek hem de tel tel dökerek çıkan, kupaya da aşinalığı olan bir Gençlerbirliği çıksın. Bekledik ki önümüze Süper Lig azalarının artık bir adım geri durduğu, 18 oyuncusu da maç çevirebilecek kapasiteye sahip ve gerektiğinde -amiyane tabirle- çatır çatır oynayan bir Kayseri çıksın. Ki bu Kayseri bildiğiniz üzere iç transfer piyasasının en kıymetli ve parlak iki oyuncusuna sahip. Tabi medyamızda çok sık zikredildiği için bize de öyle görünüyor olabilir. Peki Gençlerbirliği oyuncu kalitesiyle eksik mi sanıyorsunuz? Hepsi çok iyi ‘adamlar’; Mehmet Nas, Tuna, Mehmet Çakır, Isaac… Ama doku uyuşmazlığından mıdır, nedir bazen çok tutmayabiliyor bu iyi adamlar birbirlerini…
Oynanan futbol çoşku bırakmadı. Tolunay Kafkas gibi hem karakteriyle, hem yönetimiyle hep önde olmayı seven bir adamın takımı neredeyse 10 kişilik defans yapıyordu. Gençlerbirliği ise bu kısır oyunu açmak istese de nadiren altı pasa kadar gelip, dağılıyordu. Ve süre yetmedi. Uzatmalar da akıllandırmadı, onlar bu sıkıcı oyunu oynamaya kararlıydı.
Kurallar gereği penaltılara geçildi, bir an bana sorsalar yazı tura atalım, öyle verelim kupayı bile diyebilirdim. Ama gel gör ki istedikleri buymuş 22 adamın. Biri atar, biri tutar, biri atar, biri yer derken, benim yüreğim dayanmazken ve Gençlerbirliği 2 kez avantajı ele geçirmişken kupanın sahibi Kayserispor oldu. Onların da artık kupası var…
Bu hikayede Bursaspor’un Teksas grubuna ve yaşattıkları eğlenceye yer veremedim çünkü kendileri başlı başına bir yazıyı hak ediyorlar. Gençlerbirliği taraftarına destek için oradaydılar, arkadaşımın arkadaşı kontenjanından.
Peki ülke adını taşıyan bir kupa finalinde oynanan futbol, ülke futbolu adına bir şeyler anlatır mı? Ben açıkçası dinlememeyi tercih ederim. Gelecek sezon hem Bursaspor’a destek için hem de İskender aşkına Bursa yollarına düşeceğiz, yine.
(Bu yazı 8 Mayıs 2008 tarihinde yazılmıştır.)

1 yorum:

Evren Ozuyener dedi ki...

Eline sağlık. Kitap önerilerinde, kapak sayfasını koyabilirsen görsel olarak daha güzel olabilir.