23 Mayıs 2008 Cuma

BARCELONA'DAN DİNLİYORUZ: HASTALA VİSTA BABY!

Elif DURGUN

Televizyondan gözlerimi alamıyorum. Bu adamlar resmen beni hipnotize ettiler. Sebep? Sebebi tam çıkaramıyorum.
Kendi ülkemin ligini hiçbir zaman küçümsemedim. Alex için “bunu da atsa burada ne işi var!” demedim. Arda için evet biraz artist dedim ama “bu şekilde sadece Galatasaray’da oyalanır” demedim.
Her şey benden ‘ulusal’ olarak yabancı bu akşam, bir tek oynan ayak topuna aşinayım, o da böylesine değil. Bir de anlatıcılar bizden.
Manchester United – Barcelona Şampiyonlar Ligi Yarı Final maçını izliyorum, gözlerimi kırpmadan. Bu adamlar beni sarıp sarmaladılar. Her iki takımın oyuncularından bahsediyorum evet ama sadece onlardan değil, 4 hakem, 70.ooo seyirci ve 2 teknik adamdan. Bir de bu sezonki Şampiyonlar Ligi maçları arasında çekimi itibariyle en güzel maçı seyretmemizi sağlayan İngiliz ekipten. Abartıyor muyum? Sanmam. Daha önce böyle seyrine doyumsuz maçlar seyretmedim mi? Seyrettim ama… Anlatayım.
Maçı seyredenler, hakemi de Chelsea – Fenerbahçe maçından hatırlarlar, Herbert Fandel. İlk yarı, oyunu 3 faul, 1 ofsayt pozisyonunda, bir de Van der Sar’ın sakatlık izni istediği anda durdurdu. İkinci yarı giderek temposu artan oyunda fauller biraz sertleşince 5 sarı kart çıkartmaktan çekinmedi. Oyun da bu pozisyonlar hariç pek az durdu. Sanırım o da bizim gibi seviyor futbolu. (Böyle hakemler görmek istiyorum)
72 milletten (tamam bu kısmı abartıyorum) ve 4 kıtadan (bu kısım doğru) oyuncularla kurulu bu iki takım nasıl oluyor da böyle iyi anlaşıyor. Üstelik başlarındaki adamlar da bambaşka memleketlerden. Nike’ın 2002 Dünya Kupası için hazırladığı bir reklam vardı. Carlos, Ronaldo ve Figo’nun topu kapabilmek için ölümüne mücadele ettiği, yüzleri gözleri kir pas içinde kalan reklam, oyunun özünü, mücadeleyi anlatan reklam. İşte Manchester United ve Barcelona oyuncuları da tıpkı futbol tanrısının savaşçı askerleri gibiydiler. Tıpkı o reklamdaki gibi. Kendi yarattıkları tempoya, kendilerini öyle kaptırdılar ki o kadar olur. ‘Düşmez kalmaz bir Allah’ misali eli işte gözü hakemde olmadan tek bir dakika duraksamadan oynadılar oyunu. (Böyle futbolcular görmek istiyorum)
Televizyondan maç seyretmek, işin özünden yani takımın tümünü izlemekten keyif alan tribün alışkanlığı olan biri için zulümdür çoğu zaman. Ama bu maç hiç de zulüm gibi gelmedi bana. Genel plan öyle ölçülüydü ki, Messi’yi ya da Scholes’ü seçmek de zorlanmadım. Pozisyonların yakın planları öyle güzel, golün farklı açılardan görüntüsü öyle şahaneydi ki, kenardaki hikayeleri öyle zamanında getirdiler ki ekrana… Bir de pozisyonların gelişimini izleyebildiğimiz bir tepe kamerası vardı ki… Cümleleri tamamlayamıyorum. (Çekimi böyle güzel maçlar seyretmek istiyorum)
Bir stat düşünün 70.000 kişilik, çoğu kombineli ama bir an susmasın. Biz de bir görüş hakim son zamanlarda; “seyirci kombineye geçti, bu seyirci rahatını düşünür oldu, maçta pek ses çıkarmıyor o yüzden”. Hiç ses kesilmedi Old Trafford’da. Marş söylediler. Alkışladılar. Baskı kurdular. Ama ses hep aynı rahatsız edici düzeyde kaldı. Bazı zaman çok rahatsız edici düzeye bile çıktı. Bağırırken çığrından çıkmak değildi yaptıkları ya da içlerinden 3.000 kişinin bağırması değil ve boyunlarında yarı finalin sembolik atkıları. (Böyle seyirci görmek istiyorum)
Her şey netti maçta. Hakem, oyuncular, görüntüler hatta gol pozisyonları öyle temiz öyle nettiler ki. Keşke her insan böyle olabilse hayatta.
Rijkaard ilk yarı ayaktaydı. Sir’ümüz Alex’imiz Ferguson’umuz ise sakindi, emindi ve oturuyordu. İkinci yarı Rijkaard’ı da otururken yakaladım ama boşluktaydı sanki. Halbuki takımı önde basıyordu ve yılmıyordu ama olmadı işte 90 dakika yetmedi Barcelona’ya. Sir Ferguson maçın son saniyelerini ayakta ve saatine bakarak geçirdi, son düdükle yüzüne müthiş bir gülümseme yerleşti. Rijkaard’ın ise ceketi elinde.
Evet bir yarı final daha böyle bitti. Barcelona ‘elveda’ dedi hem de belki sadece bu seneki finale değil. ‘Bu Barcelona’ ile, Rijkaard ile bir daha o renklerde karşılaşamayabiliriz.
Yukarıdaki isteklerim için ne yapabiliriz bilemiyorum. İmza mı toplamalıyım yoksa. İnsanoğlunun bitmek bilmez isteklerinden mi? Ama ne olur bir kere de ben yaşasam…
Bir de bir soru sorabilir miyim? Messi bu galaksiden mi?

(Bu yazı 30 Nisan 2008'de amatör küme adlı blogda yayımlanmıştır.)

Hiç yorum yok: